EVLİLİKTE PSİKOLOJİK YETERLİLİK

Bir kişinin kendini bir alanda kabul ettirebilmesi için yetenekli olması ve o alana dair bir eğitim alması şarttır. Aksi takdirde o kişinin yaptığı işlere şüpheyle yaklaşılır ve gösterdiği başarıya da tesadüf gözüyle bakılır. Örneğin; tıp eğitimi almamış birinin hastaları iyi ettiğine inanmamız hiç de kolay olmaz ya da oto tamircisi olmayan birine arabamızı emanet etmeyiz. Avukat olmayan biri mahkemede bir başkasını savunma hakkına sahip değildir veya öğretmenlik eğitimi almamış birinin öğretmen olması mümkün değildir. Örnekler daha çoğaltılabilir, ancak söylemek istediğimiz şey herhangi bir meslek dalında toplumsal kabul görmek için o mesleğe dair bir eğitim almış olmamız gerektiğidir. Öğretmen olmak, muhasebeci olmak, mühendis olmak… gibi birçok meslek vardır ve her meslek toplumsal yaşam içinde bir role sahiptir. Hepimiz toplumdaki bu rolümüze, yani mesleğimize elimizden gelen özeni göstermeye çalışırız, çünkü biliriz ki mesleğimizde ne kadar başarılı olursak hayatta var olma mücadelemiz de o kadar kolaylaşacaktır. Mesleğimizle ilgili olarak kendimizi geliştirme yani bilgi edinme ve yenilikleri takip etme çabamız süreklidir ve mesleğimizdeki başarı bizi mutlu, başarısızlık ise mutsuz eder. Evet gerçekten de hem bireysel hem de toplumsal yaşamımızın devamı için mesleğimiz çok önemlidir. Ancak en az mesleğimiz kadar bizim hayatımızda etkili olan bizi mutlu veya mutsuz kılan başka rollerimiz de vardır. Bu roller anne veya baba, eş, evlat, kardeş, akraba, komşu, arkadaş olma … gibi toplumsal ve karşılıklı ilişkiye dayalı rollerdir.

Hayatımızdaki bu roller doğduğumuz andan itibaren evlat olarak başlar ve zaman içerisinde arkadaş olma, eş olma, anne veya baba olma şeklinde çeşitlenerek devam eder. Kimin evladı olacağımızı, ne zaman, nerede dünyaya geleceğimizi bilemeyiz, bu bizim elimizde değildir. Ancak ne zaman, kiminle evleneceğimize, ne zaman çocuk sahibi dolayısıyla da anne veya baba olacağımıza karar verebiliriz. işte bizim üzerinde duracağımız konu, eş olmaya ya da anne veya baba olmaya kendimizdeki hangi donanıma, hangi kriterlere göre karar verdiğimizi değerlendirmeye çalışmak ve bu anlamda sağlıklı bir karar almanın tamamen kişinin kendi yeterliliğine ve sağduyusuna bağlı olduğunu vurgulamaktır.

Eğer yeteneğimiz varsa ve tembellik ya da sorumsuzluk etmiyorsak herhangi bir işte başarılı olmamız kaçınılmazdır, çünkü insanoğlunun bununla ilgili gayet iyi bir yapılanması vardır. Ancak hayatımızdaki diğer rollerin gerektirdiği bilgilenme için aynı tarzda bir yapılanma söz konusu değildir. Yani kişiler bu rollerin gerektirdiği sorumlulukları taşımadıklarında veya bu rollerle ilgili yeterliliğe sahip olmadıklarında işlerindeki başarısızlık durumunda yaşadıkları olumsuzlukları yaşamamakta, genellikle de çevreleri tarafından idare edilmektedirler. Bu durum o rollere ilişkin bilgi yokluğundan ziyade  bu anlamdaki bilgilenmenin kişinin hayatında bir zorunluluk olmaktan çok bir tercih olarak yer almasından  kaynaklanmaktadır. Yani hiç kimse iyi bir eş olmak, iyi bir evlat olmak anlamında bir yaptırıma tabi tutulmamakta, bu rollerin hakkıyla yerine getirilmesi kişinin inisiyatifine bırakılmaktadır. Hukuk ya da psikoloji ancak anlaşmazlık durumunda devreye girmekte,  normal gibi görünen ilişkilere müdahale edememektedir. Ancak hepimiz şunu biliriz ki, mahkemeye aksetmemiş olduğu halde yolunda gitmeyen birçok evlilik vardır. Gerçekten de hayatımızdaki bu rolleri hakkıyla yerine getirmemiz için kimse bizi zorlayamaz, ancak bu durum bizi  mutsuz olmaktan da kurtaramaz.

Evlilik söz konusu olduğunda çoğunlukla üzerinde durduğumuz konular karşı tarafın fiziksel görüntüsü, maddi gücü ve sosyal becerisidir. Ancak bunlarla birlikte asıl üzerinde durmamız gerekenler ise; kişinin sorumluluk alma becerisi, ahlaki değerleri, hak ve adalet duygusu, özgüveni, duygusal dengesi, kişiler arası ilişki kurma yeteneği, kendisiyle barışık olması, tutarlılığı, olgunluğu, zekası, anlayış ve hoşgörüsü gibi kişilik özelliklerinin yeterli olup olmamasıdır. Yani kişinin biyolojik olarak evlilik yeterliliğine sahip  olmasından ziyade psikolojik bir yeterliliğe sahip olması sağlıklı bir evlilik için daha önemlidir ve ihmal edilmemesi gereken bir noktadır. Evlilik ilişkisi kişinin sadece biyolojik olgunluğuyla değil psikolojik olgunluğuyla sürdürülen bir ilişkidir. Nasıl ki bir kişinin belli bir yaşta olması ve parasının olması o kişinin ticarette başarılı olacağı anlamına gelmezse aynı şekilde sağlıklı bir evlilik için de kişinin belli bir yaşta olması, fiziksel görünümünün iyi olması ve maddi imkanının olması o kişinin evliliğe uygun olduğu ve evlilik yeterliliğine sahip olduğu anlamına gelmez. Aile terapisi için yapılan başvuruların önemli bir kısmında evlilik problemlerinin eşlerden birinin veya her ikisinin de psikolojik yeterliliğe sahip olmamalarından kaynaklandığını görmekteyiz. Bu tür başvurularda “eşinizi nasıl seçtiniz?” sorusunun cevabı olarak karşımıza  o kişinin kişilik özelliklerine dair bir atıf çıkmamakta ve genellikle kişiler birbirlerini tanımadan yukarıda belirttiğimiz gibi biyolojik ve maddi yeterliliğe göre veya yine bu kriterlere önem veren tanıdıklarının tavsiyesine göre karar vermektedirler. Yine sıklıkla karşılaştığımız bir başka konu da insanların kişilik uyumlarına bakmaksızın sadece inanç veya dünya görüşünün benzerliğine göre karar vermeleridir. Ancak burada belirtilmesi gereken nokta, kişilerin inançlarının onların sahip olduğu kişilik özelliklerinden bağımsız olmadığı hatta kişilik özelliklerimizin inanç şeklimizi belirlediğidir. Yani inancımızın getirdiği olumlulukların kişiliğimize ve ilişkilerimize yansıması bizim sahip olduğumuz özelliklerle orantılıdır. Dolayısıyla da aynı inanca sahip olmak evlilikte mutlak bir uyumu sağlamamaktadır.

Özetleyecek olursak, sağlıklı bir evlilik için kişinin hem kendisinin biyolojik, sosyal ve psikolojik yeterliliğe sahip olmasına hem de karşı tarafın aynı yeterlilik seviyesine sahip olmasına dikkat etmesi gerekmektedir.

      Uzm. Psikolog Yıldız ŞENGÜL BİLGE